Kimin Davası, Kimin Cebi?
Yıllardır sokaklarda mikrofon tutuyorum. Kimi zaman bir işçinin isyanını, kimi zaman bir öğrencinin hayalini, kimi zaman ise bir emeklinin sessiz çığlığını taşıdım ekrana. Mazlumun sesi oldum, zalimin karşısında durmaktan da asla çekinmedim. Ama zamanla gördüm ki, en büyük zalimler bazen en küçük koltuklarda oturuyormuş.
Yerel seçimler öncesinde Bursa’nın dört bir yanındaki belediyelerde karşıma çıkan manzara içler acısıydı. Elimi sıkmaktan imtina eden, muhalif olduğum için yüz çeviren, protokollerde selamı bile çok gören kişiler... Sizi iyi tanıdım. Sülalesini belediyeye yerleştirip sonra arkamdan küfür eden, özel mesajla tehditler savuran zavallılar... "Sana yine koyacağız" diye efelenen o ezik tavırlar ne oldu şimdi?
Ne dediyseniz, ne yaptıysanız tek tek size geri döndü. Hem de tokat gibi.
Dün CHP’lilere küfür eden sizler, bugün onların en hararetli savunucusu, hatta yalakası olmuşsunuz. Daha düne kadar "karşısında tükürüğümüz kurur" diyen diliniz, bugün yere düşen elleri öper hale gelmiş. Ne kadar da kolay değişiyorsunuz. Renk değil, karakter değiştiriyorsunuz.
Ama artık sizi çok iyi tanıyorum. Derdiniz dava değilmiş. Çünkü gerçekten derdi olan, yanmaz, dökülmez, eğilmez. Ama siz önce eğildiniz, sonra diz çöktünüz. Meğer sizin davanız değil, cebinizmiş.
Gülüyorum size. Çünkü siz bu yalan düzenin içinde meslek edinmişsiniz yalakalığı. Her gelenin eteğine yapışıp, her gidenin arkasından küfür eden o zavallı tiplerden olmuşsunuz. Ama şükür ki ben sizin gibi olmadım, olmayacağım da.
Ben taraf olacaksam; halkın, işçinin, öğrencinin, emekçinin tarafında olurum. Sizse kimden nemalanacaksanız onun tarafında saf tutarsınız.
Ve geldi o gün... Sandık geldi, boy aynasını koydu önünüze. Herkes kendi yansımasını gördü.
Sizinki hiç de hoş değildi.